Bugün toplumumuzda farklı meslek gruplarından kişilerin cinnet geçirdiğine, intihar ettiğine, hırsızlık olaylarına karıştığına şahit oluyoruz. Demek ki, fakülteyi bitirerek bir meslek sahibi olmak üstün ahlak yapısı için yeterli değildir. Kul olarak dünyaya gelen bireylerin önce ibadet şuuru kazanmaları ve daha sonra bu hal ile 'ahlak-ı hamide'ye erişmeleri gerekir. Allah korkusu, hesap verme şuuru, hak yeme endişesi olmalıdır. Aksi halde toplum hayatında özlenenlerin sağlanmasına imkan yoktur. Bir bıçak kasabın elinde et keser, ameliyat eden doktorun elinde hayat kurtarır ve bir katilin elinde ise can alır. Hangi mesleği veya hangi malzemeyi değerlendirirseniz değerlendirin durum aynıdır. Önce o mesleği icra edecek, o aleti kullanacak bireyin büyük bir iç oluşla yenilenmesi ve kamil bir mü'min haline gelmesi şarttır. Bugün insani değerler tartışılıyor. Can, mal, namus emniyetinin yok olduğuna, kaynaklara ulaşım uğruna savaşların çıkarıldığına ve masumların hayatının hiçe sayıldığına şahidiz. Esasen tartışılan, insanlıktan uzak devlet adamlığı ve aranan Hz. Peygamber'in (s.a.v.) ahlakıdır. İslam dünyasına bakıldığında, Allah'a hesap şuurunu yitirmiş, ayetteki ikazları hiçe sayan, hak ile batılın birbirine girdiği bir Müslüman kimlik karşımıza çıkmakta... Bir de Hz. Ali Efendimiz örneğinde gerçek Müslüman kimliğin idareciliğine bakınız. Velayetin şahı İmam Ali Efendimiz, Malik b. Eşter'i Mısır'a vali olarak atadığında yönetimle ilgili görüşlerini içeren bir ahidnameyi ona vermişti. Bu ahidname, Müslüman Türk'ün de devlet adamlığında asıl rehberidir. İmam Ali Efendimiz, şaşmaz bir ölçü ile iktidara gelenlere unutmamaları gereken şu nasihatleri yapmıştı: "Dünya geçiş yurdudur, yerleşme yurdu değildir. Orada bir kısım insanlar nefsini satıp azabın hedefi olur, bir kısım da nefsini satın alıp kurtuluşa ererler. Bunun bilincinde olan herkes, tüm imkanları seferber ederek halka hizmet etmenin yollarını aramalı ve kendilerini ebedi hayatın sıkıntılarından kurtarmaya çalışmalıdırlar." Hz. Ali Efendimiz, hilafeti döneminde yetki verdiği kişilere ahiret inancını ve hesap şuurunu hatırlatan mektuplar göndermiştir. Rivayet edilir ki, Mü'minlerin Emiri'nin kadısı Şureyh b. el-Haris görevdeyken 80 dinara ev aldı. Mü'minlerin Emiri bunu duydu ve onu çağırtarak şöyle dedi: "80 dinara ev satın aldığını bunun için bir sözleşme hazırladığını ve bazılarını şahit tuttuğunu duydum." Şureyh ona, "Ey Müminlerin Emiri, böyle oldu" dedi. Bunun üzerine Hz. Ali, Şureyh'e kızgın bir bakışla bakarak şunları söyledi: "Ey Şureyh! Bilmiş ol ki, oradan kovmadan ve mezarına temiz olarak teslim etmeden, sözleşmene bakmayacak ve delilini sormayacak kimse gelecektir. Ey Şureyh! Bu evi malından alıp almadığına, bedelini helal kazancından ödeyip ödemediğine bak! Eğer böyle yapmışsan dünyayı da, ahireti de kaybettin. Bilmiş ol ki, o satın aldığını aldığın sırada bana gelmiş olsaydın sana aşağıdakinin benzeri bir yazı yazacaktım. O zaman bu evi daha fazlasına değil, bir dirheme bile almaya rağbet etmeyecektin." Hz. Ali'nin Şureyh b. El Haris'e yazdığı yazı şudur: "Kim malın üstüne mal toplayıp çoğaltırsa, binalar inşa edip dikip süslerse, dayayıp döşer biriktirirse, kendi zannınca çocuğuna bıraktığına inanıp düşünürse, hepsinin gidişi arz ve hesap durağına, sevap ve ceza yerinedir. İş yargının ayrımıyla meydana geldiğinde ve 'batılı seçenler hüsrana uğradıklarında' (Mü'min, 78) akıl, arzunun esaretinden ve dünyanın bağlantılarından kurtulduğunda buna şahitlik eder." Cenab-ı Hak, huzuruna hayırlı amellerle çıkmayı nasip eylesin.
İmam Ali örneğinde devlet adamlığı
Prof. Dr. Haydar Baş 12 Eylül tarihli köşe yazısı - Yeni Mesaj Gazetesi