PROF. DR. HAYDAR BAŞ | RESMİ WEB SAYFASI

İman ve İnsan


İman ve İnsan

İman ve İnsan

Bugün insanlığın siyasi, içtimai, iktisadi… pek çok probleminin olduğu aşikardır. Bu problemlerin aşılması için de yoğun çabaların harcandığı görülmektedir. Bu cümleden olarak tarih boyunca işin erbabı olan yahut olmayan sayısız insanların fikir beyan ettikleri, çare bulmaya çalıştıkları gözden kaçmamaktadır. Ancak bütün bu çabalara rağmen insanlığın geldiği nokta hiç de iç açıcı değildir, teknolojinin baş döndürücü gelişmesine ve büyümesine paralel olarak insan küçülmüş ve değerini yitirmeye başlamıştır.

Değerini ve merkeziyetini kaybetmeye başlayan insanoğlu ile ilgili araştırmaların çok yeni olmasına bakılırsa, insanın künhüne vakıf olmanın ehemmiyetinin kavranmadığı da görülür. Diğer yandan insanın nasıl kendi kendisinin deneği olacağı konusu da "insan ilmi" bakımından çok ciddi bir problem olarak durmaktadır. Bu noktada akıl sahibinin kendisiyle ilgili cehaleti giderek koyulaşırken pozitif ilimlerin bu sahada söyleyebildikleri en şumullü ifade, "İnsan bu meçhul!"den öteye gidememektedir. İnsanı bu labirentten, bu meçhul oluş ve çıkmazdan kurtaracak bir soluk bulunamazsa, insanda kimlik bunalımı olacağı şüphesizdir. O halde çare nedir?

İşte çalışmamızın esası bu zemin üzerine oturmaktadır. İnsan kimdir? İnsanı ne kadar tanıyoruz? İnsanı kendisine kim tanıtmalı? İnsan niçin vardır? İnsan nereye varacaktır? Bu ve benzeri sualler, düşünmeye fırsat bulabilenler için şüphesiz söz konusudur. Ancak salt akli tefekkürün de bu suallere cevap bulması zordur, belki de mümkün değildir. Zira akıl insan üzerindeki tefekkürüyle mutlak neticeler elde edebilmek için tefekkürüne dayanak olacak mutlak insani kavramlara ihtiyaç duymaktadır. Bu mutlak kavramlar ise ancak vahyin verileri olarak vardır. Bu sebeple kişinin kendini akli ve fikri boyutu nispetinde tanıyabilmesi için vahyin nuru şarttır. Mevlana'nın teşbihiyle 'bataklığa saplanıp çırpınan eşek in benzeri olan salt akıl ve bu aklın sahibi olan insan, ancak vahyin nuruyla kendini tanıyabilir ve gerçek kimliğine ancak vahiyle kavuşabilir. Zaten aklın ruh hakkında konuşma yeteneği bile yoktur. Dolayısıyla akıl için vahiy, mutlak ihtiyaçtır.

Bu cümleden olarak, çalışmamızda insanı vahyin nuruyla ele aldık. İnsanı onu en iyi bilen Halik-i zü'l Celal'in işaretleriyle tanımladık. O'nun gösterdiği adrese insanı taşıdık. Bu cümleden olarak görünen o ki, insanın gerçek kimliği, imanıyla, inancıyla ortaya çıkar. Tarihi boyunca iman da insan kadar gerçektir. İmandan soyutlanan insan kendi kimliğinden uzaklaşır ve aşağı derecelerdeki varlıkların hayvani kimliğine bürünür. Bu kimlik yine insanda gizli bulunan behimi motiflerle oluşur. Dolayısıyla kamil bir insan oluşun ancak içimizdeki bu behimi, beşeri, hayvani çizgilerden kurtulmakla mümkün olacağını tespit ettik. Bu kurtuluşun usul ve metotlarını ortaya koyduk. Hakiki insan oluşun kul olmakla, kul olmanın ise Hakk'a vasıl olmakla eşdeğer olduğunu gözler önüne serdik. Bu vuslat yolculuğunu ele aldık.

İlk insandan günümüze uzanan bu fıtri arayış ve yolculuğu "İman ve İnsan" gerçeğiyle temellendirip oradan ferdin uzandığı sosyal boyutlara yöneldik. Zira iman ve insan gerçeğinden azade kılınarak ele alınan hiçbir sosyal meselenin tahlilinden doğru neticelerin elde edilemeyeceği bir vakıadır.

Çalışmamız, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem (as) ile başlayan ve kıyametin eşiğine baş koyacak olan son insanı da kuşatan "İman ve insan" gerçeğini özetlemektedir. Beşer olmamız sebebiyle bu kamil ve evrensel oluşu takdim etmekte noksanlıklarımızın olacağı şüphesizdir. Cenab-ı Hakk'dan eksikliklerimizi gidermesini niyaz eder, bu vesile ile aşkı ve muhabbetiyle insanlığı feyizyab eylemesini dilerim.



Prof. Dr. Haydar Baş


Whatsapp ile ulaşın Whatsapp ile ulaşın