Rahmeten Li'l-Alemin Hz. Muhammed (S.A.V)
Allah'ın halifetullah olarak yarattığı ve yeryüzüne gönderdiği insanda, madde ve mana olmak üzere iki yön mevcuttur. İnsanın maddi yönü bedenidir ki, buna zahiri kalıp da denir. Diğeri, yani, mana ciheti ise, nefs, ruh, kalb gibi isimler alır ki; insanın halifetullah sıfatını almasına sebep olan da aslen batıni yönüdür.
Tarih boyunca insanlığın huzur ve mutluluğunu temin için pek çok iddia sahibi ortaya çıkmış, değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Bunlardan bazıları, insanın sadece maddi yönüne, bazıları da sırf mana yönüne hitap etmek suretiyle insanları saadete eriştirmeye çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlardır. Filozoflar, yazarlar, değişik fikir ekollerinin sahipleri, çeşitli ideologlar, birtakım din kurucuları, bu iddia sahiplerinden bazılarıdır.
Filozoflar, aklın her türlü problemi çözmeye yeteceği fikrini savunarak insandaki batıni yönü inkar etmişlerdir. Ancak, duyu organlarının denetimindeki akıl, bugün pek çok meselenin altından kalkamamaktadır. Kaldı ki, insandaki beş duyu da tam bir kifayete sahip değildir. Şöyle ki, kulak belli frekansların altındaki ve üstündeki sesleri duyamamakta; göz, su dolu bir bardağın içindeki kalemi kırık olarak algılayabilmektedir. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Demek ki, insandaki derin ve büyük sırrı anlayabilme ve onu tam bir mutluluğa kavuşturma yolunda, tek başına aklın yeterli olduğu iddiası mantıklı görülememektedir.
Hükümdarlar ve devlet adanılan, adaletin ve adaletle hükmetmenin bir gereği olarak, insanın insani yönünü ve hislerini, duygularını göz ardı etmek durumundadırlar. Cemiyetlerde asayişi sağlamak için böyle bir işleyiş şarttır. Ne var ki, bunun neticesi olarak onların nazarında çok yönlü, yani ekmel bir varlık olan insan, yine tek yönüyle ele alınmış ve ondan bu yolla mutlu olması beklenmiştir. Bir de insanı sırf mana yönüyle ele alan ve bedeni ihtiyaçlarını, hakiki saadete erebilmesi için bir engel olarak telakki eden dinler vardı ki, Uzakdoğu'da doğmuş olan Budizm bunlardan biridir.
Günlerce yemeyen, içmeyen, uyumayan, evlenmeyen ve insanlardan uzak bir hayat süren Budist rahipler, mutlak hakikate bu yolla varmaya çalışmışlardır.
Bütün bu tek yönlü çabalar, kainatın küçük bir maketi diyebileceğimiz insanı, elbette mutluluğa kavuşturamamıştır ve kavuşturamaz. İnsana aradığını verebilecek olan deva, ancak Allah'ın İlahi bir nizamla gönderdiği Hz. Muhammed (a.s.) ve O'nun getirdiği kural ve kaidelerdir.
Çünkü Resulullah (s.a.v.), insana hem madde, hem de mana yönüyle hitap etmek suretiyle onu tam bir doyuma kavuşturmuştur. Bir başka deyişle Peygamberimiz, insanın hem meleki yönünü, hem de beşeri yönünü ele alarak insanı kemal mertebesine ulaştırmıştır. Bu bakımdan, O'nun hayatının örnek alınması, insanlar için yegane saadet ve kurtuluş yoludur.
Eğer insanlık, buhran ve bunalımlardan kurtulmak istiyorsa, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'i, getirdiği İslam'ı uygulayıcı olarak, yani risalet yönü ile tam manasıyla bilmesi ve yaşayışında O'nu taklit edip, rehber edinmesi zaruridir. Bunu zaruri kılan sebepleri hülasa etmek gerekirse; diyebiliriz ki:
1. Tarihe mal olmuş hiçbir insan yoktur ki; Peygamberimiz kadar açık ve seçik olarak hayatı bilinsin ve de tarihi belgelerle sabit olsun. Sadece Peygamberimizdir ki hayatının her safhası en ince ayrıntılarına kadar insanların önüne serilmiştir. O'nun getirdiği İlahi prensipleri kabul etmeyenler dahi Resulullah'ın bu tarihi şahsiyetini doğrulamaya mecbur kalmışlardır. Zaten örnek alınacak insanın hayatının her yönünün ve her safhasının bilinmesi zaruridir.
Binaenaleyh, Peygamberimiz bu yönüyle insanlığın malumu olan tek şahsiyettir.
2.Tarihin hangi döneminde olursa olsun, tez sahibi insanlar temsil ettikleri davayı yaşayışlarıyla tam olarak hayatlarına yansıtamamışlardır. Peygamberimiz ise tebliğ ve tebşir ettiği İslam'ın, en küçük ayrıntısından en büyük meselesine kadar uygulayıcısı olmuştur. "Yapınız" diye emrettiklerini kesinlikle önce bizatihi kendi nefsinde uygulamış, "Yapmayınız" diye yasakladıklarını da, hiçbir şekilde yapmamıştır. Bu bakımdan Peygamberimiz, "canlı Kur'an'dır. Yani mücerret hakikatler, O'nda müşahhas hale gelmiştir. Nitekim bu manaya işaretle Cenab-ı Hak; "O, hevadan konuşmaz. Söylediği şey, kendisine vahyedilenden başka bir şey değildir" diye buyurmaktadır. Bu sebeple O'nun sözleri mutlak hükümdür. İnkarı ise mutlak küfürdür. Ve O, kemali ile mutluk insan-ı kamildir. Başka bir tabirle, mutlak insan-ı kamilden murad, Hz. Fahri Alem Efendimiz'dir.
Zübde-i Alem olan Fahri Alem Efendimiz'in kemali hiçbir insanın kemali ile mukayese edilemeyeceğine göre, kainat. O'nun döneminde en mükemmel devrini yaşamıştır. Bunun için bu devre Asr-ı Saadet veya Nur Asrı adı verilmiştir. Yine bu devri yaşayan Ashab'ın örnek hayatı, hiçbir devirde yaşanmamış, Ashab gibi örnek bir nesli tarih kaydetmemiştir. Bir davanın kemali, onu tatbik eden kadronun kemali ile de özdeştir. Onun içindir ki, sadece Peygamberimiz değil, O'nun Ashabı da beşerin ulaşması mümkün olmayan makamlara ulaşmışlardır.
3.O'nun Risaleti, diğer peygamberlerinki gibi belli bir kabileye veya millete müteveccih olmayıp, Kıyamet'e kadar gelecek insanların tümünü şamil bir risalettir. O bakımdan, dünyanın neresinde olursa olsun, O'nu duyanlar, koşup gelmişler ve bu İlahi daveti kabul etmişlerdir. Habeş'ten bir Bilal, İran'dan Selman-ı Farisi, kendi kavmine mensup bulunanlar ve hatta cinler O'nun davetine koşup gelmiştir.
Farklı coğrafyalardan, ayrı ayrı renk ve ırktan, değişik dilleri konuşan insanların İslam'a fevc fevc akın etmeleri, O'nun bütün aleme geldiğini, bir başka ifade ile, mesajının evrensel olduğunu ifade eder. Bu yönüyle O, Rahmeten li'l-Alemin'dir.
Hülasa edersek, vasıflarını saymakla bitiremeyeceğimiz bu yüce insanın hayatının her zamankinden daha ziyade bilinmesi ve de tatbikata geçirilmesi lazımdır. Sadece milletimizin değil, bütün insanlığın içinde bulunduğu buhranlardan kurtulmasının tek yolu, Peygamberimiz Hz. Muhammed'i, hayatın her safhasına hakim kılabilmesinden geçer.
Kaldı ki, Allah Resulü'nü günümüze taşımamız lazım gelirken bugün, bunun tam aksi olarak O, materyalist bir mantıkla algılanmak ve anlatılmak isteniyor. Mucizelerini, tabii kanunların bir gereğiymiş gibi takdim edenlerin yanında, mübarek hadislerinin sıhhat derecelerini bile, batılıların iddiasına uygun bir mantıkla şüpheli bir hale getirmek isteyenler mevcuttur. Bütün bunlar birtakım komplekslerin esiri olanların halidir.
Günümüzde, bilhassa memleketimizde İslam'ı hümanist bir din anlayış ile ele alıp takdim etmek isteyenler mevcuttur. Şüphesiz ki bunların Peygamberimiz'e mal edecekleri bir örnekleri de yoktur.
Sadece bununla kalmayıp, adeta "Peygamberimiz'e tabi olmadan da kurtuluş mümkündür" imajını vermeye çalışan zavallılar türemiştir. Üstelik bunlar ilim adına ortaya çıkmış kimselerdir.
Bütün bu sebepler bizi Peygamber Efendimizin hayatını kaleme almaya sevk etti. Noksanlarımızdan dolayı, Peygamberimizi hiç şüphesiz kemaliyle yansıtmamız mümkün olmayacaktır. Bu münasebetle eksiklerimiz olabilir. Şimdiden özür diler, muhabbetlerimizi sunarız.
Allah muvaffak edip, feyiz ve bereket ihsan eylesin.
Prof. Dr. Haydar BAŞ